Dünyanın her yerinde kabile insanları, rüya egosunun bilinçli kişiliğin içinde, yabancı ve öteki gibi varlığını sürdüren bir ruh olduğuna inanır. Rüyalarda, bayılma ve vecd halinde egonun görünür çiftiyle karşılaşması insan yaşamında ikili bir ilkenin, günlük hayatın görünen egosunun içinde yerleşmiş, bağımsız ve ayrılabilen “ikinci bir ego”nun kabullenilmesine yol açmıştır. Bilinçli ve uyanık insanın etkinliklerinde bu ruh imgesinin genelde yeri yoktur diye düşünülmüştür. Onun dünyası, sanki yalnızca uyku dünyasıdır. Diğer “ben” varlığından habersiz uyurken, ikizi ayaktadır. Başka bir deyişle uyuyan beden hareketsiz. yatarken, uyuyan rüyasında yaşar ve birçok ayrıksı ve hoş şeyler görür. Bütün bunları “kendisi” yapar; ama bu “kendisi” kendisinin ve başkalarının bildiği kendisi, değildir, çünkü o, beş duyunun ötesinde sessizce varlığını sürdürür.
Erken ve geç gelişim aşamalarında değişik ego durumları vardır. Farklı niteliklerde ruh temsilcilerinin olduğu çeşitli ego durumlarının varlığını biliyoruz. Regresyon (gerileme) denen psikanalitik kavram, bilinç egosu ve durumlarının plastikliğini ifade eder, ama psikotik olmayan regresyonlarda hep bilinçdışında kalan rüya egosu hakkında hiçbir şey söylemez.
Her kişilik temelde çoğuldur. Bilinçten kopuk komplekslerde kendilerini ayrı kişilikler olarak meydana getirme eğilimi belirgin, tamamiyle bilinçdışı düşlem dizgeleri mevcuttur. İnsan ruhunun doğal durumu olan çoğul kişilik anima, animus, gölge, çocuk, genç, hilebaz, yaşlı bilge, ana tanrıça vb. özerk ruhsal birimleri ima eder. Tüm bu özerk ruh kıymıkları arasında insanın içinde, rüyalarında aktif bir ikinci ben olarak yaşayan “rüya egosu” benim ilgi odağımı oluşturmaktadır.
Bilinç egosu ve rüya egosu iki usulü ya da iki zamanı idare eden ve dikey simbiyozları hem evrenden hem de kolektif bilinçdışından ayrımlaşmalarını oluşturan birbirini tamamlayıcı bir çifttir. Kozmolojik düzeyde rüya ve bilinç egolarının temsil ettikleri evrensel ikilik, klasik diyosküri söylencelerinin motiflerinde görülmektedir. Bu söylencelerde ikizlerden biri ölür, ama sonra diğeri tarafından diriltilir. Rüya ve bilinç egoları arasında var olan ikilik mitolojik ikizlerin ontolojik, kozmolojik ve psikolojik tamamlayanlarını en üstün şekilde anlatan yaradılıştan eşitsizliklerdir. Bilinç dünyasında ya da kolektif bilinçdışındaki yalnız bir rüya egosu tek başına, kusurlu ve mutsuzdur, ontolojik ve ahlaki bir sakatlığı kişileştirir. Rüya ve bilinç egolarının dikey simbiyozuyla Manikeizm’deki ikizler teması arasında bir benzetme yapılabilir. Mani’nin (ki bilinç egosunun karşılığıdır) semavi alemde hem koruyucusu hem de ikinci egosu olan bir öteki kısmı olduğu söylenir. Bu ikiz (ki rüya egosunun karşılığıdır) hem Mani’nin koruyucu ajanı hem de yardımcı egosudur. Manikeizm’de ikiz egoların dikey simbiyotik varoluşu birlik, dirlik ve beraberlikle tanımlanır. İki üslubu ve iki zamanı simbiyotik ikizler olarak idare eden iki egonun psikolojik tamamlayıcılıkları hem duygusal hem de bilişsel açılar içerir.
Rüya egosu, uyanıklık egosunun benzer simbiyotik ikizi olup rüya aleminde yaşar. Her ikisi arasında tam bir Participation Mystique vardır. Uyanıklık egosu bir rüyayı anımsadığında ikizinin yeraltındaki maceralarını sanki kendisi yaşamış gibi anlatır. Bu, insanın evrensel, başlangıçtan beri mevcut olan mitomani halidir. Eğer maceralar nahoş türdense uyanıklık egosu, üç kere tahtalara vurup “şeytan kulağına kurşun” ya da “hayırdır inşallah” diyerek anksiyetesini yatıştırmaya çalışır. Bazı kültürlerin insanları, böyle durumlarda kendilerini bütün kötü rüyaların tersinin çıkacağını iddia ederek avutur. Eğer rüyalar alemindeki maceralar uyanıklık egosunun hoşuna gitmişse tüm bunların safça bir umutla gerçekleşmesi istenir. Bu basit folklorik rüya yorumlamasında Sigmund Freud’un yazdığı gibi rüya arzu doyumundan değil, bilinç egosunun rüyayı değerlendirişi arzu doyumundan ibarettir.
Carl Gustav Jung bilincin kolektif bilinçdışından geliştiğini vurgulamıştır. Bilinç egosunun gelişimi sırasında iç ve dış dünyaların Participation Mystique’i erken çocuklukta Margaret Mahler’in tanımladığı ayrılma bireyleşme fazları sonucunda biter. Bilinç egosu kendisini her şeyden ayrıştırırken, rüya egosuyla simbiyozda kalır. Bir varsayım olarak en erken ruhsal gelişim fazlarında uyanıklık egosunun yalnızca dış dünyayla değil, aynı zamanda tüm rüya dünyasıyla Participation Mystique halinde olduğunu söyleyebiliriz. Bilinç egosunun büyüyüşü rüya egosunun dışındaki tüm diğer rüya elemanlarından ayrılmayı gerektirir ve bu durum rüya dünyasında kendisini rüya egosu olarak tanıması anlamına gelir. Melanie Klein’ın açıkladığı erken bebeklikte yaşanan paranoid-şizoid pozisyon, rüya ve bilinç egoları arasındaki özgün simbiyozun henüz kurulamamış olduğu zamandır. Metaforik bir söylemle bebeğin, yeraltında yaşayan ikizini bulana dek vaktinin büyük bölümünü uyuyarak ve rüyalarını görerek geçirmek zorunda kaldığını kabul edebiliriz. Bilinç egosu rüyalar alemindeki ikizini bulunca, bilinçdışı ruhun rüya egosu dışında kalan kısmı, rüya dünyasındaki cisimleşmiş şekilleriyle uyanıklık egosuyla aynı olmaktan çıkar. Bilinç egosunun ikizi, yani rüya egosu şimdi onu rüyalar aleminde tek başına temsil etmektedir. Rüya egosu aracılığıyla bilinç egosu, bilinçdışı ruhun geri kalan kısmıyla kendi arasına sınır koyar. Bilinç egosunun, rüya dünyasının rüya egosu dışında kalan kısmıyla önceden varolan Participation Mystique’i yitirişi, Melanie Klein’ın betimlediği, bebeklikte yaşadığımız -depresif pozisyona tekabül eder. Uyanıklık egosu büyüyüp olgunlaştıkça rüya dünyasının bir mundus imaginalis olduğunu öğrenir. Uyanıklık egosuna göre rüya egosu imgeler dünyasında yaşayan bir imge olur. Ne var ki rüya egosu hem kendisinin hem de dünyasının maddesel gerçekliğinden emindir. Rüya egosunun “Bu sadece bir rüya” diye düşündüğü düşlerde bile rüyalar aleminin derealizasyonu yoktur. Rüya egosu kendi dünyasına inanmazlık etmez ve rüya dünyasının maddi gerçekliğini gözlemlemeyi sürdürür. Rüya dünyasının bu tezat ikili algılanışı ruhsal ikizlerin, yani rüya ve bilinç egolarının arasındaki bilişsel kutuplaşmayı oluşturur.
Şimdi şu soru ortaya atılabilir: Rüya dünyasının uyanıklık egosu tarafından algılanışıyla, rüya egosunun bilinçli dünyayı algılayışı arasındaki ilişki mantiksal olarak simetrik midir? Mantıksal olarak asimetrik bir ilişki, tersi ile özdeş olmayan ilişkidir. “A, B’den sonra gelir”in tersi “B, A’dan sonra gelir”dir. Burada tersi, ilk önerilen ilişkiye eş değildir. Simetrik ilişki, tersinin kendisine özdeş olduğu ilişkidir. Örneğin, “A, B’nin yanındadır” önermeseinin tersi “B, A’nın yanındadır” şeklindedir. “A, B’ye dokunuyor” önermesinin tersi, “B, A’ya dokunuyor” şeklindedir. Temelde fiziksel dünyayı ele alan bilimsel mantık olan olağan mantıksal düşünce, genellikle asimetrik ilişkileri içine alan önermeler kullanır. Ne var ki bilinçdışı çoğu zaman her ilişkinin tersine asıl ilişkiyle özdeşmiş gibi muamele eder; asimetrik ilişkileri simetrik gibi görür. Dolayısıyla, bilinçdışı bir ruhsal kişilik olan rüya egosu, bilinç egosuyla olan ilişkisinde simetrik mantık kullanır. Başka bir deyişle, uyanıklık egosu rüya egosunun madde olarak algıladığı şeyi imge olarak algılıyorsa, rüya egosu da simetrik olarak uyanıklık egosunun madde olarak algıladığı şeyi imge olarak algılayacaktır. Uyanıklık egosunun bir rüya nesnesini sadece bir sembolden ibaret olarak algılayışı rüya egosunun bir dış nesneyi yalnızca bir simge olarak algılaması demek olacaktır. Uyanıklık egosunun, rüya dünyasının düzenekleri olarak gördüğü simgeleştirme, yer değiştirme ve sıkıştırma, rüya egosunun dış dünyayla ilişkisinde gördüğü mekanizmalar olacaktır. Arketipsel rüyalarda olduğu gibi rüya imgeleri mitsel bir haleye büründükçe, dış dünyadaki nesneler de rüya egosu için mitolojik bir haleye sahip olacaklardır. Rüya egosu bilinçdışında kaldıkça kişi dünyayı rüya egosunun gözüyle göremez. Rüya egosunun artık bilinçdışında olmadığı psikotik bir durumda ise dış dünya bilinçli olarak rüya egosu aracılığıyla yaşantılanabilir. Psikozdaki bir kişi birdenbire bir arkadaşını başka birkaç kişinin sıkıştırılmış hali olarak algılayabilir. Bir sevgili aniden sinsi bir cadı ya da bir saray casusu oluverir, sokakta gülümseyen yabancı, bir ruhani lider ya da özel bir ulak gibi algılanabilir, gözlerini dikmiş bakan bir kurbağa efsunlanmış bir prens gibi görülebilir. Rüya dünyası, uyanıklık egosu için bir iç dünyadır, simetrik olarak dış dünya da rüya egosu için. Böylece psikozda nesne ve özne arasındaki sınırlar erir ve dünya kişinin ruhuyla tek bir bütün olur. Yani kişi iç dünyasına girdiğinde o dünya olur. Unus Mundus psikoz sırasında dış dünyanın bilinçte uyanıklık egosu ve rüya egosu tarafından aynı anda yaşandığı mistik bir deneyimdir. Rüya egosunun rüyalar aleminden kaçışı ve bilince çıkışı nesnelerin neden arketipsel imgelere dönüştüğünü ve maddenin neden ruhsal bir imge olarak algılandığını açıklar. Bir bakıma psikoz bir şiirdir; çünkü burada doğa kişileştirilmiş bir dünya, canlı hiyerogliflerden oluşmuş bir kehanet dilidir. Bu mistik ve şiirsel deneyimin diğer yanı mutlak nihilizmdir; bu durumda dünya bir bütün (unus mundus) değil, bir hiçlikten ibarettir ve psikoz varolmayışın duygusal keşfidir.
İki mantık evreninin, rüya egosu ile uyanıklık egosunun iki uzlaşmaz görüşünün birbirinin içine karışıp birleşmesi, benliğin yenilgisiyle sonuçlanan dinamik değerler bileşkesinden arkaik simgesellik, paleolojik düşünce, kavramın algısallaştırılması, soyutun somutlaştırılması ve iradenin zayıflaması gibi psikotik görüngüleri ele alan yapısal değerler bileşkesine geçişi açıklar. Bilinçdışının aşırı gücü, rüya egosu onunla birlikte yaşamayı becerebilse, hissedilmeyebilir. Arkaik malzemenin bolluğu çocukça ve ataç bir zihniyetin içimizdeki varlığını hep sürdürdüğünü, aynı zamanda da rüya egosunun bilinç dünyasına gündüz yolculuğuna geçtiğini gösterir. Dünyasını apansız değiştiren her kişilikte olduğu gibi, rüya egosu da yeraltından yerüstüne kaçınca nasıl davranacağını bilemez hale gelir. Bu arada rüya egosuyle gizli ittifakının bozulması bilinç egosunu güçsüzleştirir ve onu kendi mekanında bir yabancı haline sokar. Böylece bilinç egosu bilinçdışının garip içeriklerinin etkisi altına girer ve hatta kendisini bilinçdışının grotesk elemanlarıyla özdeşleşmeye bırakır. Bu hal psikozdaki kişinin bir hayvan gibi davranmaya başlamasına, yani likantropiye varabilir. Düşlerinde sık sık vahşi köpekler gören bir analizan psikoza girince bir köpek gibi davranmaya başladı. Çevresindeki insanların duygu ve düşünceleri ona koku olarak geliyordu, olumlu duygu ve düşünceler gül esansı, olumsuz duygu ve düşünceler ise sülfürik asit kokusu taşıyordu. Bilinçdışındaki vahşi köpekle özdeşleşerek tıpkı bir köpek gibi duygu ve düşüncelerin kokusunu alma gücünü kazanmıştı. Varsanıları kendi bilinçdışı düşüncelerinin ses ve imgelere dönüşmesi değil, başkalarının bilinçöncesi düşüncelerinin ve duygularının koku duyumuna dönüşmesiydi. Rüya egosu rüya dünyasının vahşi köpeklerinden kaçabilmişti, ama bu kez bilinç egosu onlara yakalanmıştı. Bilinç egosunun köpeklerle özdeşleşmesi bu psikotik olgunun son derece kendine özgü bir görüngüsüydü, çünkü analizan bu deneyimden sonra bir daha rüyalarında köpek görmedi ve analizanın rüya egosu bir daha köpeklerden gelen bir tehdit algılamadı.
Bilinçdışındaki rüya egosuyla bilinçteki uyanıklık egosu arasındaki dikey simbiyoz, rüya egosunun çekilmez hale gelmiş rüya dünyasından bilince kaçmasıyla yatay kopuk bir varoluşa geçer. Psikozdaki yatay kopuk diyoskürik egoların birbirleriyle olan ilişkisiyle Zerdüşt ve Iroquois Kızılderililerinin söylencelerindeki ikizlerin aralarındaki ilişkiler birbirine çok benzemektedir. Bu söylencelerde ikizler köklü bir muhalefetle belirgin bir yatay varoluş sürdürür. Aynı biçimde rüya egosu ve bilinç egosu da psikotik durumda ruhun simetrik olarak birbirleriyle zıtlaşan ikizleridir.
Diyoskürik ego, ancak biri yeraltı dünyasının kahramanı, diğeri bilincin merkezi olan iki ego arasında dikey bir simbiyoz, Participation Mystique varsa aklen sağlam kalabilir. Bir düşte rüya egosunun ölüm tehlikesi geçirmesi çoğu zaman bu dengenin değişeceğine işaret eder. Rüya egosunun öldüğünü gösteren bir düşün sürmesi oldukça ender rastlanan bir olaydır. Bir analist, kronik şizofrenisi olan bir kadının rüyasında rüya egosunun öldüğünü, ancak rüyanın sürdüğünü anlatmıştı. Rüyada ölen kadın akrabaları tarafından uzun bir cenaze töreniyle gömülüyordu. Bir zaman sonra bu kadın gerçekten de asit içerek kendini öldürmüştü. Kişi, genellikle rüya egosunun feci şekilde öldüğü bir yadan uyanırken bir mini psikoz geçirir. Rüya, ya simbiyotik ikizinin ölümünü tasavvur edemeyen bilinç egosunun sansürüyle, ya da bilinçdışında ölmekte olan rüya egosunun kaçıp bilince sığınmasının uyuyanı uyandırmasıyla sona erer. Kutsal İkiz söylencelerindeki yeniı,en diriliş örneklerinde olduğu gibi bilinç egosunun ilk tepkisi rüya egosunu rüya dünyasında diriltmek ve uyandıktan sonra dikey simbiyozu korumaktır. Çünkü dikey simbiyozun bilinçte kopuk yatay bir varoluşa dönüşmesi örgensel panikle birlikte müthiş bir ölüm ve füzyon anksiyetesine yol açar. Eğer bilinç egosu yeteri kadar güçlüyse derhal ruh üzerinde denetim kurar ve bilinçdışındaki içeriği değiştirerek rüya egosunun rüya dünyasına geri dönüşüne yardımcı olur. Bu durumda, bir kâbustan uyandıktan sonra birkaç saniye ya da dakika süren bir psikoz söz konusudur. Eğer rüya egosu çok örselenmişse ve rüya dünyasına geri dönmeye korkuyorsa, aynı zamanda bilinç egosu kendisine ve rüya egosuna yeterli desteği sağlayamıyorsa, o zaman psikoz sürer gider.
Rüya egosunun yeraltı dünyasından kaçışı, rüya egosunun gündüz yolculuğudur. Bu yolculuk dış dünyayla füzyona ve Participation Mystique’e yol açar. Böyle bir durumda kişi geçmiş rüya imgelerinin karikatürlerini iradesinin dışında davranışlarına aktarabilir. Ama bu safhada bile kişi uyuyabiliyor ve rüyasını anımsayabiliyorsa, rüya görme sırasında bütün rüya dünyasıyla Participation Mystique halinde olmayacaktır. Bir varsayım olarak, ruhsal gelişimin çok erken evrelerinde bebeğin bilinç egosunun tıpkı dış dünyayla olduğu gibi bütün rüya dünyasıyla da Participation Mystique içinde olduğundan ve bebeğin bilinç egosunun zamanının çoğunu uykuda yeraltındaki simbiyotik ikizini bulmaya çalışarak geçirdiğinden söz etmiştim. Bir erişkinin tüm rüya dünyasıyla Participation Mystique kurması ancak bilinç egosunun uyku sırasında rüya dünyasına bizzat girmesiyle mümkün olur. Bu tür bir rüya örneği vermek istiyorum:
“Mutfaktayım. Pencereden dışarı bakıyor ve bir bardak İngiliz çayı içiyorum. Rüyada mıyım, değil miyim bilemiyorum. Gerçek hayatta olduğuma karar veriyorum. Ama birden, kısa bir dinlenme için bir süre önce yatmış olduğumu anımsıyorum. O halde, her şeyin son derece gerçek görünmesine karşın rüyada olmalıyım. Sonra bu rüya dünyasına bizzat girmeye karar veriyorum. Müthiş meraktayım. Bilincim rüyaya girerse ne olacak acaba, kestiremiyorum. Bilincim rüyaya girmeye başlıyor. Rüyada hiçbir görüntü değişmiyor, ama artık rüyada kimim bilemiyorum. Bir ruh her şeyi sarmalıyor ve bu ruh benim. Kendimi çok kötü hissediyorum. Uyanmak istiyorum ama uyanamıyorum. Uyanmak için kendimi zorluyorum, ancak başaramıyorum. Bu rüya böyle sürüp giderse öleceğimi hissediyorum. Sonunda uyanabildim ve uyandığım için kendimi çok rahat hissettim.”
Bu çok az rastlanan bir rüyadır. Bu tür bir rüyayla ancak bir kez karşılaştım. Rüyalarda bilincin simgelerini görürüz; ancak bilincin kendisiyle karşılaşmaya alışkın değiliz. Rüya egosunun kendi ikizi ve ikizleriyle beraber olduğu rüyalarda bile, bu ikizler kişiliğin ve ruhsal sürecin simgesel temsilcileridir. Rüya egosu da dahil olmak üzere bunların hiçbirisi bilincin kendisi değildir. Bu az rastlanan rüyada, rüya egosu bilinç egosunu rüya dünyasına çağırarak olacakları görmek ister. Rüya bilinç için bir simge yaratacağı yerde, bilinç egosu rüya egosunun da hazır bulunduğu bir mutfak ortamında rüya dünyasına bizzat girer. Bilinç egosu göze görünmemektedir, çünkü o bir ruhtur (Belki başka bir ruhsal katmanda görülebilirdi).
Yukarıdaki rüyada parçalanma ya da apokaliptik imgeler söz konusu değildir. Rüyada hiçbir şey değişmemektedir, ancak öznel duygu apokalipsten de berbattır. Rüya egosu da dahil olmak üzere bütün rüya imgeleriyle bir Participation Mystique söz konusudur. Rüya egosu, rüyadaki bütün diğer imgeler gibi dingindir, rüya dünyasında onun varlığını tehdit eden bir şey yoktur. Bilinç egosu içinse rüya dünyasına girme, kendisi için bir çeşit eriyip gitme, yok olmadır. Bilinç egosu ait olduğu yere geri dönmek ister, ancak, rüya egosunun rüya dünyasından kaçtığı rüyaların aksine, uyanmakta güçlük çeker. Çünkü bilinç egosu rüyalar alemindedir ve rüya dünyasının eşiğinde kalarak kendini yalnızca bilinçdışındaki rüya egosuyla özdeşleştireceğine, bütün bilinçdışı ruh ile kaynaşmış durumdadır.
Kutsal ikizler hemen her yerde insanoğlunun ataları kabul edilir. İlk insanlar olarak bir başka özellikleri de herkesten önce ölmeleri ve böylece ölüler dünyasının ilk sakinleri olmalarıdır. Ölüler dünyasının en kıdemli sakinleri olarak Kutsal ikizler aynı zamanda o dünyanın yöneticileridir de. Farklı mitolojilerde ikiz söylenceleri gündüz-gece bölünmesini temsil eder. İkizler tahakküm ve edilgenlik, saldırganlık ve sabır gibi çifte özellik örneklerini sergiler. Hint-Avrupa Kutsal İkiz söylencelerinde ikizlerden biri savaş, at ve kuvvetle, diğeri de evcimen işlerle bağdaştırılmıştır.
Kutsal İkizlerin bütün nitelikleri rüya egosu ve uyanıklık egosu için de geçerlidir. Örneğin uyanıklık egosu Zürih’te domestik bir sekreterken, rüya egosu eski bir kovboy kentinde bir silahşordur (Bir analizan ve rüyalarından). İkizlerin insanoğlunun atası olduğunu anlatan söylenceyi psikolojik terimlere tercüme edecek olursak insan ruhunun ikizleri olan uyanıklık egosu ve rüya egosunun kişisel ve bireysel düzlemde insanın kimliğinin atası olduğunu iddia edebiliriz.
(Bu yazı, Dr. Murat Kemaoğlu’nun Psikoterapide Yarım Asır kitabından alınmıştır. Kitabı güvenli online olarak satın almak için şu linke gidebilirsiniz.
Ya da şu linkten :