Donuk ışıkların eşliğindeki heyecanlı saatlar, o dakikanın varmasını bekliyor ve yukarıdan baktıkları kalabalığa işaret ediyorlardı. Uzun zaman sonra dışarı çıktığım için, etrafımda akan parfümleri duymanın verdiği haz iliklerime işlenmişti ve ben de saatlerin heyacanını paylaşıyordum. Şehre gelen senfoni orkestrası herkesin dikkatini çekmiş ve usulca akan monoton hayat, bir akşam için canlılığa yenik düşmüştü. Montlarının yakalarını hafifçe birleştirmeye çalışan kadınlar, kavalyelerinin koluna girmiş ve heybetli şehir oditoryumuna doğru akıntıya kapılmışlardı.
Ocakların derin ateşinin arkasında, bu ortam için özlemini dile getiren arkadaşım, şehrin heyecanını paylaşmak için bana katılmıştı. Stres ve yeteneğin iç içe bulunduğu mutfaklardan, sakin ve duygulu müziğe geçiş yapmak onun da ilgisini çekmişti. Bulabildiğimiz en güzel koltuklara oturduktan sonra akıntıyı izleyerek yaşadıklarımızı paylaşmış, orkestra şefi ile Konzertmeister’ın takdimiyle kulaklarımızı sahneye yöneltmiştik.
Küçüklüğümden beri derin bir tutkuyla bağlandığım klasik müzik beni her zamanki gibi etkisi altına almıştı. Benim için hep duyguların özünü yansıtan ve yücelten bir sanat anlamını taşımış ve yine o akan harmonide kendi benliğimi bulmama yardım etmişti. Ancak, ilk kez bu harmonik duygular sıkça yutkunmama yol açmış ve bedenim garip bir şekilde aşure istemişti. Garipsedim ve dikkatimi parçaya vermeye çalıştım.Konser bitiminde en yakın pasteneye gitme planlarımı kurduktan sonra ancak eserin yarattığı atmosfere geri dönebildim.
Neden bu klasik eser, bana aşureyi hatırlatmıştı? Sadece açlık değildi bu hissiyat, peki neydi? Arkadaşım, pasteneye yürürken bu isteğimle eğlenmiş ve sebebini o da anlayamamıştı. “Belki çok mutlu olduğun içindir” gibi yüzeysel bir sebep sunmuştu ama bu dürtü çok daha farklıydı.
Konu konserdeki bütünlük ve harmoniden açılmış ve aşure, pastaneye kadar ikinci plana atılmıştı. Çeşitli enstrumanların birlikteliği, farklı notaların uyumu ve ortaya çıkan devasa sonuç hakkında konuşmuş ve küçük elemanların öneminden bahsetmiştik. Belki de tek başına dinlense anlam oluşturmayacak notalar, birbirleriyle harmanlanmış ve ortaya harmoni çıkmıştı. Bu esnada koyu sohbet bizi pastaneye götürmüş ve heyecanla beklediğim aşure önüme gelmişti.
Onu kaşıkladığım an; bademler, nohutlar, kayısılar, buğdaylar birleşmiş ve ruhsal ihtiyacımı karşılamıştı. İşte o zaman anladım neden canımın aşure çektiğini. Harmoni sadece müzikte değil, her alanda kendini gösteren ve dünyayı güzelleştiren etmendi. Klasik müziğin özünü oluşturan harmoni, özellikle bu tatlıda kendini göstermiş ve her element birbirleriyle birleşmişti. Aşurenin sahip olduğu sembolik anlam aslında harmoni ile eşdeğerdi. Yaşadığımız evrenin özü, doğada, sanatta, insanda görebildiğimiz ve hissedebildiğimiz değer harmoniydi. Bu yüzden insanlar aşureye önem verdiler, korudular ve sahip çıktılar. Yakınlarıyla paylaşarak tatlının içindeki harmoniyi, kendi aralarında bulmaya ve yaşatmaya çalıştılar. Yıllar boyunca, keskin, yüksek, tiz notalardan çeşitli insanlar aşureyle uyum sağladılar ve harmonik bir yaşam sürdüler. Aşurenin bana verdiği şey sadece zevk değildi, aynı zamanda hayatın özünü hissettirmişti. Saatlerin heyecanla beklediği an gelmiş çatmış ve son kaşıkla yoluma devam etmiştim.